Ortodoksluk - Turkish Flowers of Orthodoxy 2


Ortodoksluk


Turkish Flowers of Orthodoxy 2



ORTHODOX CHRISTIANITY – MULTILINGUAL ORTHODOXY – EASTERN ORTHODOX CHURCH – ΟΡΘΟΔΟΞΙΑ – ​SIMBAHANG ORTODOKSO NG SILANGAN – 东正教在中国 – ORTODOXIA – 日本正教会 – ORTODOSSIA – อีสเทิร์นออร์ทอดอกซ์ – ORTHODOXIE – 동방 정교회 – PRAWOSŁAWIE – ORTHODOXE KERK -​​ නැගෙනහිර ඕර්තඩොක්ස් සභාව​ – ​СРЦЕ ПРАВОСЛАВНО – BISERICA ORTODOXĂ –​ ​GEREJA ORTODOKS – ORTODOKSI – ПРАВОСЛАВИЕ – ORTODOKSE KIRKE – CHÍNH THỐNG GIÁO ĐÔNG PHƯƠNG​ – ​EAGLAIS CHEARTCHREIDMHEACH​ – ​ ՈՒՂՂԱՓԱՌ ԵԿԵՂԵՑԻՆ​​ / Abel-Tasos Gkiouzelis - https://gkiouzelisabeltasos.blogspot.com - Email: gkiouz.abel@gmail.com - Feel free to email me...!

♫•(¯`v´¯) ¸.•*¨*
◦.(¯`:☼:´¯)
..✿.(.^.)•.¸¸.•`•.¸¸✿
✩¸ ¸.•¨ ​



<>





Altınağızlı Yuhanna’nın Paskalya Duası


Her kim sadık bir imanlı ve Tanrı’ya sevgi ile bağlıysa, bu güzel ve parlak bayrama katılsın. 

Her kim Tanrı’ya minnettar bir hizmetkarsa, neşe içinde katılsın RAB’bin sevincine.

Her kim oruç tutup yorulduysa, sevinç duysun karşılığından.

Her kim birinci saatten çalıştıysa, bugün alsın ödülünü.

Her kim üçüncü saatten sonra geldiyse, şükranla bayramı kutlasın.

Her kim altıncı saatten sonra yetiştiyse, şüphe etmesin çünkü hiçbir zarar görmeyecek.

Her kim dokuzuncu saate kadar yetişebildiyse, çekinmeden yaklaşsın.

Her kim  anca onbirinci saate yetişebildiyse, geç kaldım diye korkmasın.

 Efendimiz merhametlidir, en son geleni de ilk gelen gibi kabul eder; onbirinci saatte geleni de, birinci saatte orada olan gibi rahat ettirir, sonra gelene acıyıp merhamet eder. Birincinin gönlünü okşar, hakkını verir, diğerineyse merhamet gösterir, çabalarının karşılığını verir ve iyi niyetini taktir eder.

Hepiniz gelin! RAB’binizin sevincine katılın.

Sen ey birinci ve sen ey sonuncu, gelin ve ödülünüzü alın.

Sen ey zengin ve sen ey fakir, birlikte neşe içerisinde dans edin.

Sen ey gayretli olan ve sen ey tembel, bugünü kutlayın.

Oruç tutanlar ve tutmayanlar, sevinçle coşun, sofra zengince donatıldı, zevkini çıkarın, dana büyüktür, hiç biriniz aç kalmayın. Herkes bu iman ziyafetine katılsın ve O’nun iyiliğinin zenginliği ile beslensin.

Hiçkimse yoksulluğuna üzülmesin çünkü evrensel krallık ortaya çıkmıştır. Hiç kimse günahları için yas tutmasın çünkü bağışlanma doğdu mezardan. Hiç kimse ölümden korkmasın çünkü kurtarıcının ölümü bizleri ölümden özgür kıldı. Ölümün almaya çalıştığı, ölümü yendi. Ölüler diyârına inen, ölüler diyârını çıplak braktι, bedeninin tadına bakmasına izin vererek onu kızdırdı.

Yeşaya peygamber bunları önceden gördüğünde şöyle haykırdı: “Ölüler diyârı öfkelendi, Sana aşağıda rastladığında”. Öfkelendi çünkü amacına ulaşamadı, öfkelendi çünkü rezil oldu, öfkelendi çünkü bozguna uğradı, öfkelendi çünkü mahkum edildi. İnsanın bedenini aldı ama Tanrı ile karşılaştı. Yeryüzünü aldı ama cennetle karşılaştı. Görüneni aldı ama görünmeyenin üstesinden gelemedi.

Ey ölüm, zaferin nerede? Ey ölüm, dikenin nerede?

Mesih dirildi, sen yenildin.

Mesih dirildi, şeytanlar düştüler.

Mesih dirildi, melekler sevindiler.

Mesih dirildi, yaşam doğdu.

Mesih dirildi, mezarda hiçbir ölü kalmadı çünkü Mesih ölülerden dirilmesi ile ölülerin ilki oldu.

O’na sonsuzluklar boyunca yücelik olsun.

Amin!



<>



16 Nisan Patmoslu Aziz Amfilohios Makris

 

Aziz Amfilohios Makris  (dünyevi ismiyle Atanasios Makris), 13 Şubat 1889 yılında Patmos’da doğdu. Münzeviliğe geçişi, 27 Ağustos 1906 yılında İlahiyatçı Yuhanna Manastırında yapıldı (diğer adıyla İncil yazarı Aziz Yuhanna Manastırı). Atanasios Makris bu geçişle birlikte Amfilohios adını aldı.

Amfilohios, Samos  Vathi’deki  Agios Spiridon Kilisesinde, Samos ve İkarya Metropoliti Konstantinos Vancalidis tarafından, 5 Nisan 1919  Elçi Tomas Pazarı gününde, Ruhban olarak atandı.

Aziz Amfilohios, İlahiyatçı Yuhanna Manastırında 1920-1926 yılları arasında rahip olarak hizmet verdikten sonra,  1926 yılında  Patmos’taki Aziz Apokalipsis Mağarasının başına getirildi ve bu görevini 1932 yılına kadar sürdürdü.

Aziz Amfilohios, 14 Kasım 1935 yılında İlahiyatçı Yuhanna Manastırının Başrahibi olarak seçilir ve 1937 yılında Evaggelismos Kutsal Manastırını kurar (bu Manastır Meryem’in Müjdesine ithaf edilmiştir). 1939-1940 yılları arasında ise Kurtarıcı Meryem Ana (Panagia Diasozusa) Kilisesinin rahibi olarak hizmet eder.

Üstat Amfilohios 16 Nisan 1970 Perşembe günü Rab’de uyumuş ve ertesi gün 17 Nisan’da Evaggelismos Kutsal Manastırının mezarlığında toprağa verilmiştir.

Aziz Amfilohios Makris, Aziz Nektarios’un arkadaşı ve ruhani çocuğuydu. Kendisi de Kilisenin Yunan ve başka milletlerden pek çok büyük şahsiyetinin ruhani babalığını yapmıştı. Ruhani babalıklarını yaptığı şahsiyetler arasında hatırası daim Hrisostomos Papasarantopoulos ve Ekümenik Tahtın Episkoposu, Ganos ve Khora Metropoliti Amfilohios Tsoukos gibi isimler de vardı  ve bu isimler  Amfilohios Makris’ten aldıkları ilhamla  Afrika’da ve başka ülkelerde  misyonerlik faaliyetleri  yürütmüşlerdi.

Ekümenik Taht’ın dünyaca ünlü Episkoposu, Diokleia Metropoliti Kallistos Ware, Üstat Amfilohios ile tanışıklığı sayesinde Ortodoksluğa geçtiğini  itiraf eder. Hatta “Günün Başlangıcı: Yaradılışa Ortodoks  bir yaklaşım” kitabında ( Kallistos Ware 2007), ekolojik krizin “sevgi olmadan çözülemeyeceğini” kanıtlayan bir olaydan bahseder: “Altmışlı yıllarda, ben Patmos’taki İlahiyatçı Yuhanna Manastırında Diyakozken, Üstadımız rahip Amfilohios’un bize şöyle dediğini hatırlıyorum: Tanrı’nın bize Kutsal Kitap’ta bahsedilmeyen bir emir daha verdiğini biliyor muydunuz? Bu emir ”ağaçları sevinizdir”.

Arşimandrit Pavlos Nikitaras “ÜSTAT AMFİLOHİOS MAKRİS” kitabında, Aziz’in Rab’de uyumasıyla ilgili şöyle der: “Hayatı boyunca hastalıklarla boğuştu.  Sık sık soğuk algınlığına yakalanır, grip her sene onu ziyaret ederdi… 1970 yılının Mart ayının sonlarında zatürreye yakalandı. Büyük Oruç  zamanıydı ve biraz süt içmeye güçlükle ikna oldu. Kimin hangi tavsiyeye ihtiyacı varsa verdi. Amfilohios, öngörebilme lütfuna sahipti. Ruhani çocukları onu birkaç gün daha serumla hayatta tutmaya çabalarken, O yalvarıyor ve şöyle diyordu: güzel evlatlarım bırakın da gideyim, benim gitme vaktim geldi. Ben de ona “Üstadım neden bu Paskalyada da bizimle kalmıyorsun? ”diyordum. Bana cevap vermekte tereddüt ediyordu. Gideceğini nasıl bildiğini tekrar tekrar sorduğumda bana güç bela şu açıklamayı yaptı: 

-Mübarek Pavlus, biraz evvel Meryem Ana ve Aziz İlahiyatçı Yuhanna’yı gördüm ve onlara bu Paskalya’da da sizinle kalmak için yalvardım, ama onlar bana  “Daha fazla kalamazsın, karar alınmıştır, Paskalyayı bizimle göklerde kutlayacaksın” dediler. Bunu da sana bir itiraf olarak açıklıyorum, beni zorladığın için. Başkalarına söyleme.

Ve bu boş dünyadan gitti. Kendi hayatını başkaları için verdikten sonra gitti. Rab’bin bağında iyi bir işçi olarak çalıştıktan sonra, ruhani çalışmalar alanında verdiği sınavda  üstün başarılar sağladıktan sonra ve hem Kiliseye hem de vatanına hizmet ettikten sonra gitti. 16 Nisan 1970 yılında, tüm duyuları tamamen açık bir halde, Rab’de uyudu. Amfilohios’un naaşı, semavi bir surete dönüştü, sevinçli ve barış dolu bir surete. Münzevi çehresinde, gerçekten azizliğe ulaşmış ve Rab’de uyumuş  bir insanın sonsuz dinginliği hakimdi…

Amfilohios’un, başkalarının kurtuluşu için gizli çağrılar aldığını gösteren ve «Makedonya’ya geçip bize yardım et»  (Elçilerin işleri 16,6-10) diyen Makedonun sesini duyan Ulusların büyük Elçisi Pavlus’u hatırlatan bir olayı da eklemeye değer buluyorum: Hatırası daim Üstat İlahiyatçı Yuhanna Manastırındaki inziva hücresinde otururken Eleni adında İkaryalı bir kadının ona yaptığı “beni kurtar” çağrısını duyar. Üstat hiç vakit kaybetmez, adanın limanına iner ve mucize eseri, İkarya’ya hareket etmek üzere olan bir yelkenli bulur. Dalgaların dövdüğü gemiden bitap düşen Üstat, gideceği yere varır ve hemen Eleni adında dul bir kadının olup olmadığını sorar. Eleni’nin birkaç gün önce kocasını kaybettiğini öğrenir ve hemen dul kadının evine giden yolu sorar. Yorgun bedenini dinlendirmeye gerek duymadan, hiç gecikmeden aceleyle kadının evine gider. Kulaklarında Eleni’nin çağrısı çınlamakta ve onu rahatsız etmektedir. Eve doğru yürürken, çaresizce oraya buraya koşan çılgına dönmüş bir kadın görür ve ona adıyla hitap ederek  şöyle der: “Eleni! Nereye gidiyorsun? Ben senin için geldim”. Acılı kadın kendine gelir, Üstadı görür, yapmak üzere olduğu şeyi düşünür ve o an kendini denize atmaya gittiğini itiraf eder. Dul kadının bizzat kendisinin bana anlattığı bu hikayede kadın kurtulmuş, mucize gerçekleşmiştir.

Rahibe Evfrosini Üstadın mezarında ibadet etmeye gittiğinde öyle hoş bir rayiha duymuş ki,  Üstadın rahibenin bilincinde  gerçekten azizlik mertebesine ulaşmış bir Aziz Peder gibi yer aldığını söyledi.

Üstadın bir diğer  ruhani evladı olan M.K, bana 1954 yılında Üstadı Patmos’ta ziyaret ettiğini ve Üstadın onu  Senobitik Evaggelismos Kutsal Manastırında (Komün Hristiyan  hayatı yaşanan Manastır) misafir ettiğini anlattı. M.K iki gün boyunca Manastırın kulesinde kalmış ancak üçüncü gün, hatırası daim olan Üstat, M.K’nın kulede uyumaması için ısrar etmişti, ki öyle de olmuştu. O gece M.K’nın  önceki iki gece boyunca uyuduğu yatağa yıldırım düşmüştü. Ruhani babasının ısrarı sonucunda bir insan hayatının kurtulması tesadüfi bir olay sayılabilir mi?

Hatırası daim Üstat Amfilohios’u n son vasiyetleri

Üstat ölüm döşeğindeyken etrafında toplanmış Manastırın rahibelerine ve Yerondissasına şu son vasiyetleri vermişti:

-Semavi krallıkta selamet ve sevinç hüküm sürer evladım.

-Aranızda sevgi olsun ve Rab’be beni bağışlaması için dua edin çünkü ben size baba olarak hiçbir şey vermedim… O sırada yanında bulunan duygulanmış Yerondissa’nın  (Başrahibe) cevabı ise “Sen bize her şeyi verdin Üstat” olur. Aziz rahibelere: “Yerondissanızı sevin” diye karşılık verdi.

-Tanrı,  yönetmeniz için size verdiği sürüye iyi  önderlik edebilmeniz için size güç versin.

-Ruhani hayatta ilerlediğinizi gördüğümde çok büyük bir mutluluk hissedeceğim.

-Rab’bin , cennette sizi koyacağı yere beni de alması için dua edin. Cennetin izzetinde sonsuza kadar yaşayalım diye dua edeceğim.

-Yerondissa! Ben gittikten sonra faaliyetlerimi harfiyen devam ettirmeni istiyorum.

-Münzeviliğin kutsal çizgilerinde ilerlediğinizi gördüğümde mutlu olacağım.

15 Nisan 1970

-Sevginin çocukları olmalısınız. Şeytandan korkmayın.

-Sabırlı, alçakgönüllü ve sevgi dolu olun.

Tanrı tüm çocuklarımın yanıma gelmesine razı olarak beni bereketlendirdi.

-Sizi Cennetin içinde görmekten başka bir mutluluğum ve arzum yok. Tanrı sizi izzetine layık kılsın. Tüm çocuklar yanımda olduğu için duygu yüklüyüm. Babanın başka bir mutluluğu yoktur.

-Bir ruhani çocuğu: “Üstat, belli ki İlahiyatçı Yuhanna’yı çok seviyorsun” dediğinde Amfilohios’un cevabı şu oldu: “Küçük bir çocukken onu görüyor ve  seviyordum, onun öğrencisi ve takipçisi olabilmek için dua ediyor ve yalvarıyordum. Ve oldum da”.

-Kutsal ve esenlik dolu bir hayat yaşayın,  pederlerinizin çizgilerini koruyun, Hristiyan hayatını ve geleneğini yaşayın…

-Ayartılmamak için “Uyanık kalın, imanda dimdik durun, mert ve güçlü olun” (1.Korintliler 16,13).  İnsanlara aldırış etmeyin. İnsanlar daha en başından tüm Elçileri ve tüm Azizleri deli yerine koydular: “…Bana zulmettilerse, size de zulmedecekler” (Yuhanna 15,20). Fikir birliği içinde ve selametle kalalım. Tanrı bunları kutsar.

-Tanrı sizi kutsasın, işlerinizde, düşüncelerinizde Tanrı hep yanınızda olsun. Ne politikaya ne de kimsenin işine karışın. Her zaman şunu deyin: “Vatanımız için her ne iyiyse onu yapmak için Tanrı bizi aydınlatsın”. “Oysa bizim vatanımız göklerdedir” (Filipililer 3,20). Bu dünyada sahte bir hayat yaşıyoruz yani başımıza ne gelirse gelsin üzülmeyelim.

“Her şey için Rab’be şükürler olsun” ( Altınağızlı Yuhanna). Durum iyi de olsa kötü de olsa bizim sadece bu cümleyi söylememiz lazım.

-Nerede egoizm varsa orada Tanrı’nın Ruh’u yoktur.

– Sevgisi olmayan insana Hristiyan denemez.  Sevgisiz insan Hristiyan değildir, Hristiyan rolü yapıyordur…

16 Nisan, öğlen 12 ( Patmos’un doktoruna)

Tanrı’nın Ruh’u her zaman sizinle olsun, tüm teşhisleriniz aydınlık olsun. Hem insanları hem de Tanrı’yı hoşnut edin. Misyoner bir doktor olmanı kalpten dilerim, çünkü Hristiyan bir doktorun hastaya yaklaşımı çok önemli bir rol oynar. Ben seni seviyorum çünkü hem vatan sevgisine sahipsin  hem de  Tanrı’ya bağlısın. Ben seni doktor olarak değil bana çok yakın biri olarak görüyorum.

Bunları söyledikten hemen sonra, öğleden sonra saat 2.15 te Rab’de uyudu. Ne büyük bir manevi berraklık!

(“Agios Nektarios” Selanik 1982 dergisinden alıntılar)

Çağdaş Üstatların Ruhları Kurtaran Öğretileri

“Orthodoksis Kipseli“ yayınları, Selanik

Üstat Amfilohios 29 Ağustos 2018 tarihinde Ekümenik Patrikhane’nin Kutsal ve Aziz Konsili tarafından Azizler sınıfına dahil edilmiştir.


<>



3 Mayıs Yeni din şehidi Aziz Ahmet

Ön söz

Yeni Din Şehidi Ahmet, iki tane kendine özgü şehitlik arz ediyor. Bir taraftan, Müslümanlıktan gelerek, Hıristiyanlığı ve Ortodoksluğu benimseyip kabul etti, ki böyle olaylara çok nadir olarak rastlandı, hem de, Asya ve Avrupa’da Müslümanlığın – kılıç korkusuyla – yayılıp büyüdüğü ve de milletimizin Türk boyunduruğunda bulunduğu bir zamanda. Diğer taraftan da, buraya kadar kalmayıp daha ileri de gitti. Kanıyla, Tanrı’nın tek Oğlu İsa Mesih’e ve Allah’ın sözüne olan imanını gerçek kıldı. İsa Mesih’i inkâr etmeyi kabul etmedi. Onun için de, evvelden kendi dindaşları olanlar tarafından işkenceye tâbi tutuldu ve katledildi.

Gelecek nesiller için de, iyi bir şehit ve bir örnek olarak kalmaya devam ediyor. Yani, İsa Mesih’e olan imanda sınır ve engel yoktur. Dünyanın tüm insanlarını kabul etmektedir. Hıristiyanlık da, kendisine gelenlerle, bu dinin dışından oldukları için, daha da sevinmektedir.

Bugünün Hıristiyanları olarak bizler, ne gariptir ki, şehidi, kendi Hıristiyan adıyla arz etme sevincine nail olamıyoruz. Bunun adı, kurtulup muhafaza edilememiştir. Büyük Allah, belki de, Ortodoksluğun ve Hıristiyanlığın dışında da bu yabancı ve Müslüman isminin işitilmesini istemektedir. Bu da, Ortodokslukta, bu dinin dışından ve düşmanlarının bile, hem de iyi bir yerde olabilecekleri gerçeğini meydana çıkarmaktadır.

Şehidin tam yaşam öyküsüne de hâlâ vâkıf değiliz. Yaşadığımız bu yüzeysel ve sabit olmayan yaşantımızda, onun hayatını okuyup kıstas yapma şansına da nail olamıyoruz. Bunun sebebi de, o zaman hakim olan durumdan veya da sebebi bilinemeyen bir şeyden kaynaklanmaktadır. Yoksa, kendi sınıfındakilerden daha düşük seviyede biri olarak addedildiğinden asla değildir.

Ancak bunun bir manası yoktur. Ahmet’in şehitliği Hıristiyanların hayatına girmiştir. Kilisemiz tarafından tanınmaktadır. Bu Azizin tüm hayatının ve şehitliğinin çekirdeği, tacının anlamının ululuğunu gösteriyor.

“Ahmet, herkesten fazla, en iyi iman İsa Mesih’e yakışıyor, diye gür bir sesle bağırdıktan sonra, en büyük taca ve şöhrete nail oldu”. 

Yukarıdaki satırlar, küçük üniteler hâlinde yazılmış olan hayatından parçalar vermeğe çalışmaktadır. Böylelikle de, Aziz Ahmet daha çok bilinir bir hâle getirilecektir.

Son olarak da, Hıristiyan âlemini tatmin etmek için de şunu zikretmek yerinde olur kanaatindeyiz ki, bu geçen yılda, Aynaroz’da, kilisemizin ilâhi yazarı olan pek muhterem Gerasimos Mikrayannanitis tarafından, inancımızın Yeni Şehidi Aziz Ahmet hakkında neşide ayini tanzim edilmiştir.  

1.Soyü-dini-mesleği 

Yeni Şehit Aziz Ahmet, XVII. yüzyıl ortalarında İstanbul’da doğdu.   O, ebeveyni olduğu gibi kendisi de Müslüman’dı.

Meslek olarak defterdarlığın kâtipliğini yapıyor ve Pat-Surunis diye anılırdı. (Arhim. LANGİ Vikt. ORTODOKS KİLİSESİ AZİZLERİN YAŞAM ÖYKÜLERİNİN BÜYÜK YAZARI, Mayıs ayı, (3.), Cilt 5, beşinci baskı, ATİNA 1977, sayfa 99, ve YENİ DİN ŞEHİTLERİNİN YAŞAM ÖYKÜLERİ YAZARI, Mayıs 3. sayfa 509).

Şehit Aziz Ahmet, yukarıdaki kaynakların birincisindeki adı Ahmet’tir. İkinci kaynaktaki adı ise Ahmed kalfadır. (“Ahmed”, Arap dilinde telaffuz edilir). Başka bir kaynağa göre ise, büyük muhasebe defterinin kâtibiydi ve ona başmühür, yani mühür muhafızı da denirdi. (AZİZLERİN YAŞAM ÖYKÜLERİ YAZARI, K. DUKAKİ, Mayıs ayı 3., cilt 5, sayfa 30-31).

Ahmet, Kuran’ın emirlerine uygun olarak evlenmemişti. Fakat, “zevcesi” yerine, Rus kökenli genç bir Hıristiyan Ortodoks cariye tutuyordu. Bu cariye, dinine bağlı bir Hıristiyan’dı. Onun efendisi ve “kocası” ılımlı bir müslümandı. Pazar günleri ve resmî yortularda onun Ortodoksların kilisesine gitmesine izin veriyordu.

(ORTODOKS KİLİSESİ AZİZLERİNİN YAŞAM ÖYKÜLERİ BÜYÜK YAZARINA GÖRE, –  yukarıdaki kaynağa bak – Ahmet, evinde, Rus asıllı iki cariye tutuyordu. Genç olanını eş olarak kullanıyor, nasıl olsa evli değildi ki, yaşlı olanı ise hizmetçi. Hizmetçisi olan cariyeye, yortularda, Ortodoksların kilisesine gitmeye izin veriyordu. Bu yaşlı cariye, kiliseden döndüğü vakit, genç cariyeye komünyon ekmeği ve çok defa da kutsal su getiriyordu. Genç cariye, Ahmet’ten hiç çekinmeden komünyon ekmeğini yer ve kutsal suyu da içerdi).

Komünyon ekmeği Ahmet’e misk gibi kokuyordu 
Ayinden sonra cariye kiliseden eve döndüğü zaman, çok garip bir biçimde, cariye ile konuşurken cariyenin ağzından tarif edilemez misk kokusu çıktığını hissediyordu. Bu çok güzel koku onu düşündürmüştü. Onun için de ısrarla o kokunun nereden geldiğini öğrenmek için hep soruyordu.

“Bana söyler misin, bazen ne yiyorsun da ağzından misk gibi koku çıkıyor?”.

Cariye de olup bitenden haberi olmadığı için, hiçbir zaman özel kokusu olan bir şeyi yemediğini kendisine söylüyordu.

Fakat Ahmet, hiçbir surette buna inanmıyor ve ısrarla bu kokunun nereden geldiğini öğrenmek istiyordu.

O güzel koku karakteristik olup her zaman da aynıydı. “Eş”inin ne yediğini bilemediği ve öğrenemediği için sıkıntısı pek büyüktü. Bir gün, bu güzel kokunun, muhakkak kilisede yediği o komünyon ekmeğinden olduğunu anladı ve ona açıkça şöyle diyerek açıkladı:

“Benim yediğim ve sen de, biz birbirimizle konuşurken onun güzel kokusunu hissettiğin şey, Hıristiyanların kilisesinde ayin bittikten sonra yediğim komünyon ekmeğidir.

Komünyon ekmeği, İsa Mesih tarafından kutsanmış ekmektir. O ekmeği de, komünyon ayini bittiği vakit onu Patrik veya papazlar dindarlara dağıtmaktadırlar. Sana şunu da açıklamam gerekir ki, komünyon ekmeğinden sonra – çok defa – kutsanmış su da içiyorum”.

“Bu garip şey, olamaz, diye cevap verir. Ben senin dediklerine inanmıyorum. Böyle bir mucize nasıl meydana gelebilir?”.

“Genç cariye de ona cevap veriyor ve diyor ki: Dinimiz canlı bir dindir. Biz Hıristiyanlar için, Tanrı’mız İsa Mesih’tir. O Allah’ın Oğlu’dur. O, bizi günahtan kurtarmak için insan oldu ve gökyüzünden yere inmiştir. O, bu dünyada yaşadığı zamanda, sayılamayacak kadar mucizeler yapmıştır. Bilmek ve aklında da tutmak istersen, bunların en önemlisi, bizi sevdiğinden Yahudiler tarafından çarmıha gerildi ve üçüncü günü de yeniden dirildi. İsa Mesih’in yeniden dirilişi, insanlık tarihinde en önemli olaydır. Biz Ortodoks Hıristiyanlarda, İsa Mesih’in gücüyle, mucizeler bugün de devam etmektedirler. İsa Mesih’imizde her şey mümkündür.

Bu komünyon ekmeğindeki tespit ettiğin mucizeye ekleyeceğim şu basit ve net şey de var.  

Kilisede çok defa içtiğimiz su – sana garip görünecek – ama o su kutsanmış sudur. Yani bozulmaz, kokuşmaz, ne kadar sene üzerinden geçse de. Kutsanmış su dediğimiz bu su, Patrik veya papazların okudukları dualarla böyle bir özelliğe sahip oluyor. Hem de onu küçük şişeler içinde – takdis için –  evlerimizin ikona dolabında tutuyoruz. Uygun olarak onun için hazırlandığımızda da ondan içiyoruz. Bunu da ruhlarımızın ve bedenimizin temizlenmesi için yapıyoruz.

Eğer istersen, bu mucizeyi araştırabilir ve görebilirsin. Bu, inancımızın daha bir canlı mucizesidir. Hele de biz sade insanlar için.

Bu söylediklerimden ötürü beni affedin efendim. Ancak şu kadar uzun zaman ısrar ettiğin için birkaç söz fazla söyledim. İnan bana, dinlerken gösterdiğin ilgiden dolayı etkilendim.

Senin inancını değiştirmek için bunları söylemedim”.

Ahmet bunların hepsini işitir işitmez şaşakaldı. “Dininizde böyle şeyler oluyor mu? Samimi olarak söylüyorum, ben bunları anlayamıyorum”, dedi ve oradan uzaklaştı.

Hıristiyan “aile”sinden işittiklerinin üzerinden günler geçti ve o duyduklarını hep düşündü.

“Acaba bu dediklerinin tümü doğru mudur?”, diye kendi kendine konuşuyordu. “Ama, eğer ben bu işi incelemezsem gerçeği nasıl anlayacağım?”. Duyduklarıma göre, Hıristiyanların dininin ispatları vardır. Bunları araştırıp bulmağa çalışacağım. Allah’ım bana güç ve cesaret ver. Gâvurun kızı, eğer bana yalan söylüyorsan, vay hâlime”. Cariye “eş”ine büyük gizli kararını bir gün açıklamaya karar verdi. “Günler evvel bana söylediğin bu garip olayları inceleyip incelememem gerektiğinin mücadelesini çok yaptım, dedi. Evet, şimdi sana açıklıyorum, bir Pazar günü veya bir yortuda, ayini takip için kiliseye gitmem gerekecek”.

“Efendim, senin bu kararın bana sevinç kaynağı oluyor. Ben seni gerektiği gibi hazırlayacağım”, diye genç cariye cevap verdi. Bu arada gözlerinden yaşlar da akıyordu. Böylece, bir Pazar günü, Hıristiyanların giyindiği gibi giyindi, büyük bir heyecan ve korunma ile, diğer dindaşları tarafından fark edilmemek için, dinî ayini takip etmek için Patrikhanedeki Hıristiyanların kilisesine gitti.

Hıristiyanların “başları”nın aydınlanması 
Her şeyi bilen ve gören, şefkatli ve merhametli Allah, ki insan ruhlarının derinliklerindekilerini bilir, birinci mucizede Ahmet’in masum niyetini görünce ikinci bir mucize de ekledi. Ve böylece de, Ahmet’i “gerçeği idrak etme”ye yönlendirdi, (A Timotheos, b 4).

Kilisedeki dinî ayini, hayranlıkla ve birçok tereddütle takip ederken, Mihrap Kapısına doğru giden papazı bir an gördü. O papaz, Kilise tabanının üzerine yükseltilmiş ve etrafı da tamamen ışıklı. Patrikten ise, her takdis ettiği Hıristiyan’ın başına doğru ışınların yayıldığını gördü.

Ancak, onu gerçekten sarsan şey, ışınların sadece Hıristiyanların başlarını aydınlatmış olup kendi başına hiçbir ışının gelmemiş olmasıdır. Bu, birkaç defa meydana gelmiş olmasına rağmen, heyecan ve korkuyla tespit ettiği sonuç aynıydı.

“Eş”inin dini hakkında duydukları hemen aklına gelmeye başladı.

“Gerçekten de haklıydı, diye düşündü. Hıristiyanların dini canlıdır. Şimdi hissettiğim sevinç ne büyüktür!”.

Kiliseden çıkarken, gördüğü harika olaylardan dolayı o kadar sarsılmıştı ki, eski Ahmet olmadığını sanıyordu.

Ahmet tövbe edip vaftiz oluyor 
Bu kerametlerden sonra Ahmet, gördüklerinden ötürü kendinden geçmiş olduğu bir hâlde, İslâm dininden vazgeçip İsa Mesih’e inanması için başka ispat istemiyordu.

Yüzü sevinçten parlıyor bir durumda, biraz da kafası karışmış hâlde, hemen evine döndü. Hıristiyan olan cariyeden hiç sorulmadan, dedi:

“Haklıymışsın! Hıristiyan dini gerçek bir dindir! O canlı bir dindir. Bugün gördüklerimle adamakıllı sarsıldım!”.

Duygulanmış bir vaziyette, ayin esnasında gördüklerini cariyeye anlattı ve onun da Hıristiyan olması için kendisine yardım etmesini istedi.

“Daha fazla karanlıkta kalmak istemiyorum”, diye devam etti. “Gerçek ışığı gördüm! Bana söylediklerine inanıyorum! İsa Mesih’e inanıyorum! Sen’in yanına gelebilmem için bana yardım et İsa Mesih’im! Tövbe ediyorum! İsa Mesih’im, bana şefaat et! Bana göstermiş olduklarına, kalbimin derinliklerinden sana şükranlarımı sunuyorum!”.

Cariye de, “efendim, hiçbir şey için canını sıkma. Gördüğün gibi, Allah sana özel bir sevgi gösterdi. İyi kalpli bir insan olduğun için sana kendini bildirdi. Harika bir usulle seni aydınlattı. Allah’tan ne istersen duanda dile. İman et ve ne istersen olacaktır. Ben, gerçek Allah’ın gücüyle, Baba Tanrı, Oğul Tanrı ve Kutsal Ruh’un yardımıyla sana elimden geldiğince yardım edeceğim!”. Gökyüzüne doğru bakarak ve ellerini kaldırıp dedi:

“Allah’ım! Efendime karşı gösterdiğin sevgiden dolayı sana şükanlarımı sunmayı bir borç bilirim! Sen’in kutsal ismin adına, ona şefaat et ve onun imanını kuvvetlendir! Allah’ım, benim göz yaşlarımı kabul et ve ben günahkâr kulunu affet! Meryem anam, Tanrı’nın ve âlemin annesi, efendimin kurtuluşu için, sen, insan sevgisiyle dolu olan Oğlu’nla eşimin arasında aracı ol!”.

Ahmet, gerçekten de samimi bir biçimde tövbe etmişti. Günden güne, Hıristiyan olan eşinin de yardımıyla, yeniden dirilmiş olan İsa Mesih’e karşı sarsılmaz bir imana sahip oldu. Artık yakıcı arzusu bir Hıristiyan olmaktı. Vaftiz olmak istiyordu. Patrikhanenin kilisesine gittiği vakit, başının aydınlatılmasını istiyordu. Aynen diğer Hıristiyanların başı aydınlatıldığı gibi. Her ayin esnasında, Patrik oradaki cemaati takdis ederken, Patriğin parmaklarından parıldayan o ilâhi ışıkla aydınlanmak istiyordu.

Böylece bir gün, o bahtiyar kişi, hiçbir tereddütte bulunmdan, sevinç dolu bir hâlde, o bölgenin papazına gitti ve vaftiz olmak istediğini kendisine söyledi.

Papaz, Hıristiyan olma isteğindeki samimiyetini ve sarsılmaz kararını gördükten sonra, onu irşat etti ve Kutsal Teslis adına onu vaftiz yaptı. Vaftiz olduktan sonra, erdemli bir hayat yaşadı. Özel bir sevinçle de komünyon alıyor, kutsanmış sudan içiyor ve komünyon ekmeği yiyordu.

Maalesef, vaftiz esnasında, kendisine hangi Hıristiyan ismin verildiği bilinmemektedir. Bir defa, yeniden doğuşundan sonra, daha önceleri Müslüman olup sonra da yeni Hıristiyan olmuş olan Ahmet, Allah ona inayet edip doğru yola ilettiği için hep duada bulunuyordu. İbadet ederken, kiliseye, Patrikhane kilisesine bir yabancı dinden ve kirli biri olarak gittiği o mübarek günde, aklı hep gördüğü keramet ve mucizelerde dolaşıyordu. Vaftiz edilişinden sonra samimi bir Hıristiyan gibi yaşamış olmasına rağmen ve gizemli bir hayat sürmüş olduğu hâlde, şehit edilişine kadar gizli bir Hıristiyan olarak kaldı. Bugüne kadar, Hıristiyan adının bilinemiyor oluşunun sebebi de – bize göre – bu olsa gerek. Bu olayı çok az kişi biliyordu. Papaz, Hıristiyan cariyesi ve belki de sayılı papaz ve Hıristiyanlar biliyorlardı.

İsa Mesih’in Tanrı sıfatını kabul ediyor
Son derece bahtiyar ve “İsa Mesih yanında görünme” arzusuyla yanıp tutuşmuş olan Aziz Ahmet, hayatın bütün hoş ve iyi şeylerini, “toprak gibi, duman gibi ve gölge gibi” görüyordu”.

Şehitliğin ilâhi aşkı, onun kalbini yakıp kavuruyordu. İsa Mesih’e olan sevgisi ve şehitliğin gizemli çekiciliği, onda yenilmez bir güçtü. İsa Mesih ateşli aşığıydı. Kurtarıcı İsa Mesih ile birlikte, kutsal er meydanında ölmeyi arzu ediyordu. Yukarı Kudüs’ü arzuluyor ve insanı seven Kurtarıcısı ile karşılaşmayı çok istiyordu. Azap dolu yolculuğunun kerameti, “sevgiyle icra edilen” (Galatas, V, 6), imana bağlıydı. Hiç günahı olmayan İsa Mesih’in çarmıha gerilip can vermesi, onu adamakıllı sarsmıştı. Eski dinini yeni, gerçek, diniyle mukayese ettiği zaman, aklı bulanıyordu. Büyük üzüntü ve sıkıntı kendisini sarıyordu. Çünkü o, Müslüman aileden dünyaya gelmişti. Ancak, derhal kendine geliyor, sevinç gözyaşları ve minnetle İsa Mesih’e hamdüsena ediyordu. Çünkü İsa Mesih onu, İsa Mesih düşmanı olan Muhammet’in o belirlenemeyen dininden almıştı. Fedakârlık ve kurban olmada, mümkün olduğunca, kurtarıcısı olan İsa Mesih’i taklit etmek istiyordu. Onu işkence korkutmuyordu. Daha evvelki dindaşlarına gerçeği söyleme arzusu vardı. Sonra da onu ister öldürsünler. Gür sesle bağırmak istiyordu, İsa Mesih Allah’tır diye. Yaşayan Allah’ın Oğlu, yol, gerçek ve hayat. İsa Mesih’ten uzak yerde barış ve kurtuluş yoktur.

Ve işte! Mübarek bir günde, Ahmet için büyük işkence saati geldi yanaştı. Bir toplantıda,İstanbul’un Müslüman kodamanları, “dünyada hangi şeyin en büyük şey olduğunu” tartışırlarken, Ahmet’e de sordular. Ahmet’in de o toplantıda yer almış olması, sıradan bir Türk Müslüman’ı olmadığının kanıtıdır ve bunu böyle kabul etmemiz gerekir. O, zengin ve seçkin bir kişiydi. O, İstanbul toplumunun seçkin bir ferdiydi. Nitekim, fikrinin sorulmuş olması da, bunun öneminin altını çiziyor demektir. Yani cevabı dikkate alınacak cinstendi. Ancak, onun din değiştirmiş olup başka bir bakış açısından onlara baktığını nasıl bilebilirlerdi ki?

O, onların sorusunu işitir işitmez, hemen cevap vermedi. Bunu da, hemen o anda, “İsa Mesih’imi reddetmem gerekecek, oysa İsa Mesih’imi o kadar seviyorum ki. Bedenim de tehlikeye girmesin. Medenî bir cesaretle İsa Mesih’e olan imanımı ikrar edeyim ve işkencenin çekilmez acılarına sabredeyim”, gibi düşünceler o anda aklından aniden geçiverdiler.

Allah’ı seven şehit, hiçbir tereddüt etmeden, insan düşmanı olan şeytanın tuzağını yerle bir etti. “Hayır, ben hain olmayacağım, dedi içinden. Ben, Yahuda olmayacağım”. Artık kalbi kendisine ait değildi. Onun kalbi artık İsa Mesih’e aitti. O, bizim kurtuluşumuz için haksız yere çarmıha gerildi.

Yanında olanlardan hiçbiri onun Hıristiyan olduğunu bilmemelerine rağmen, o, sesinin çıktığı kadar şöyle bağırdı:

“Bütün inançların en büyüğü, Hıristiyanların inancıdır”.

Hıristiyan olduğunu itiraf edince, önceki dindaşları, yıldırım tarafından çarpılmış hâle geldiler. Artık hiçbir korku ve endişe etmeden, Müslüman’ların yalan ve hatalarını kontrol etmeye başladı. Kral isim “Hıristiyan” itirafı, İsa Mesih’in tek kilisesine iman ve tüm dogmalarına ölümüne kadar sebat etmesi anlamı taşımaktaydı.

Muzaffer Yeni Şehit, Müslümanlık yanılgısının üzerine saldırdı. Bunu yaparken de, Müslüman’ların öldürücü öfkesini üzerine çekeceğinden emindi. Birinci ve mükemmel bir isim olan “Hıristiyan”, inanç şehitlerinin şanı, kana susamış olan İsa Mesih düşmanlarını çileden çıkardı. Onlar da, oradaki yerel idarecinin emriyle, onu önce tutukladılar, kendisine işkence ettiler ve sonra da, Keaphane Bahçe denilen yerde, 3 Mayıs 1682’de başını kestiler.

Böylece, muzaffer bir savaş marşı ile, “ ben Hıristiyan’ım”, diyerek, kendini kurban etti. İşkence sonucu kendi döktüğü kanını da, Cennetin anahtarı olarak gördü.

Kurtarıcı İsa Mesih’e, mübarek kanını, çekilmez olan acılarını, hazin ölümünü ve başının kesilişini kutsal bir emanet olarak sundu. Böylece de, “hiç solmayan şanlı taca” (A! Petros, V, 4), sahip olarak gökyüzü odalarına girdi.

İtirafçı ve yeni Şehit Ahmet, Allah’ın inayetiyle, azap dolu “dövizlerle”, hiç yıpranmayan bir elbiseye sahip oldu, gökyüzü tacını giydi, inancımızın Yeni Şehitlerine ve şanlı meleklerin safına katıldı.

Ahmet’in kendi rızasıyla kurban edilişi, o kara esir yıllarında, Elen Ortodoks milletine yapılmış büyük bir ikramdı. Hiç şüphe yok ki, onun kurban edilişi, dinde biraz zayıf imanlı olan birçok esir Hıritiyan insanın din değiştirip Müslüman olmasını engelledi. Bunun aksine olarak, düşünce ve yaşam tarzı değişikliğiyle, diğer Müslümanların da Hıristiyan saflarına katılma eğilimini sağladı. Bunu sadece Allah bilir. Bizim bildiğimiz şey, her zaman, örneğin olumlu bir etki yaptığıdır. Tabi, işkenceden ölenlerin listesinde isimleri yazılı değildir. Fakat, hayat kitabında muhakkak yazılıdırlar.

Onun şahadetini anonim-adsız-isimsiz biri yazdı ve Aynaroz’lu Aziz Nikodimos tarafından muhafaza edildi. “Neon Martirologion- Yeni Şehitler Kitabı” adlı eserinde de yazıldı.

Aziz Yeni Şehit Ahmet,in ismi, İoannis Theologos’un, Theodoritos’un Kutsal Vahiy Kitabı’nda da geçer (baskı yılı 1800, sayfa 7). Bunun yanında, İera Moni Dimiovis Kalamatas, manastırındaki el yazmalı eserde de adı geçmektedir. Bir de, Vissarionas Striftompolas’ın notlarında da ismine rastlamaktayız. Aziz Ahmet’in şahadeti 3 Mayıs olarak tescil edilmiştir. Ancak, anısının 24 Aralıkta kutlandığı, (Aralık Ayı Günlük Dualar-İbadetler Kitabı)’nda yazılıdır. Bununla da, Aziz Ahmet’in 3 Mayıs tarihinde şehit olduğu yazılıdır. 

Komünyon ekmeği hakkında ek 

Herkes komünyon almağa hazır olmadığı ve bunun için de görüldüğü gibi komünyon ekmeği çaresi bulundu. Kutsal komünyon alamayanlar, kutsanmak için papazdan komünyon ekmeği alabilsinler diye.

Komünyon ekmeği gerçekten de kutsanmış ekmektir. Aziz Germanos’a göre, Meryem ana karnı hükmünde ve Allah’a ikram edildiği içindir.

Çünkü, Meryem anadan nasıl ki bir mükemmel insan, Allah’ın kuzusu (İsa Mesih) dünyaya geldiyse, böylece de, komünyon ekmeği olarak ikram edilenden de ayin esnasında gizlice kutsanmış Kuzu oluyor.

Komünyon ekmeği, yukarıya doğru sunulan parçalardır diyor Aziz Nikolaos.

Hıristiyanlar, komünyon ekmeğinden kutsanmaları için, ayinin bitimine kadar kilisede durmaları gerekir.

Nitekim, Aziz Germanos bununla alâkalı diyor ki:

“Hıristiyanlarda, Meryem ananın bedeni mesabesindeki kutsanmış ekmek dağıtımından ve diğer nimetlerin verilişi, manevi kutsama ve komünyon oluyor, öyle inanılıyor”.           


<>




13 Mayıs Kutsal Azize Glykeria

Azize Glykeria, İmparator Antoninus Pius (138-161) zamanında Trakya’daki Trajanopolis’te Mesih’e olan imanından ötürü zulüm görerek şehit olmuş bir azizedir. Bir Pagan bayramında putlara kurban verilirken Azize tapınağa girdi ve Mesih’in hizmetinde olduğunu ilan ettikten sonra haçını çıkarıp Paganları yola getirmesi ve Zeus heykelini yıkması için Tanrı’ya dua etti. O an birden gök gürültüsü duyuldu ve heykel yıkılıp parçalara ayrıldı. Bunun üzerine Pagan rahipleri Azize’nin taşlanmasını emretti, fakat atılan hiçbir taş Azize’ye denk gelmedi. Hapsedildiğinde Tanrı’nın melekleri ona yardım etti. Büyük bir sabırla dayandığı korkunç işkencelerin ardından yenmesi için vahşi hayvanlara atıldı; Tanrı’dan ruhunu teslim almasını dileyinceye kadar hiçbir hayvan ona zarar vermedi ve sonunda bedeni parçalanmadan ruhunu Tanrı’ya teslim etti.


<>



Samiriyeli Kadın Haftası
 

Elçilerin Işleri  

 19İstefan’ın öldürülmesiyle başlayan baskı sonucu dağılan imanlılar, Fenike, Kıbrıs ve Antakya’ya kadar gittiler. Tanrı sözünü sadece Yahudilere duyuruyorlardı. 20Ama içlerinden Kıbrıslı ve Kireneli olan bazı adamlar Antakya’ya gidip Greklerle de konuşmaya başladılar. Onlara Rab İsa’yla ilgili müjdeyi bildirdiler. 21Onların arasında etkin olan Rab’bin gücü sayesinde çok sayıda kişi inanıp Rab’be döndü.

    22Olup bitenlerin haberi, Kudüs’teki inanlılar topluluğuna ulaştı. Bunun üzerine imanlılar Barnaba’yı Antakya’ya gönderdiler. 23-24Kutsal Ruh’la ve imanla dolu, iyi bir adam olan Barnaba, Antakya’ya varıp Tanrı lütfunun meyvelerini görünce sevindi. Herkesi, candan ve yürekten Rab’be bağlı kalmaya özendirdi. Sonuçolarak Rab’be daha birçok kişi kazanıldı.

    25-26Sonra Barnaba, Saul’u aramak için Tarsus’a gitti. Onu bulunca da Antakya’ya getirdi. Böylece Barnaba’yla Saul bütün bir yıl oradaki inanlılar topluluğuyla bir araya gelerek büyük bir kitleyi eğittiler. Öğrencilere ilk kez Antakya’da Mesihçiler adı verildi.

    27O günlerde Kudüs’ten Antakya’ya bazı peygamberler geldi. 28Bunlardan Agabus adlı biri ortaya çıkıp bütün dünyada şiddetli bir kıtlık olacağını Ruh’un aracılığıyla bildirdi. Bu kıtlık, Klavdiyus’un imparatorluğu sırasında oldu. 29Öğrenciler, her biri kendi gücü oranında, Yahudiye’de yaşayan kardeşlere gönderilmek üzere yardım toplamayı kararlaştırdılar. 30Bu kararı yerine getirip bağışlarını Barnaba ve Saul’un eliyle topluluğun ihtiyarlarına gönderdiler.

 

    Yuhanna     4. Bölüm

    İsa ile Samiriyeli kadın

    1-3 Ferisiler İsa’nın Yahya’dan daha çok öğrenci edinip vaftiz ettiğini duydular. (Aslında İsa’nın kendisi değil, öğrencileri vaftiz ediyorlardı.) İsa bunu öğrenince Yahudiye’den ayrılıp yine Celile’ye gitti. 4 Giderken Samiriye’den geçmesi gerekti. 5 Böylece Samiriye’nin Sihar denilen kentine geldi. Burası Yakup’un kendi oğlu Yusuf’a vermiş olduğu toprağın yakınındaydı. 6 Yakup’un kuyusu da oradaydı. İsa, yolculuktan yorulmuş olduğu için kuyunun yanına oturmuştu. Saat on iki sularıydı. 7 Samiriyeli bir kadın su çekmeye geldi.   İsa ona, «Bana su ver, içeyim» dedi. 8İsa’nın öğrencileri yiyecek satın almak için kente gitmişlerdi.

    9 Samiriyeli kadın, «Sen Yahudisin, bense Samiriyeli bir kadınım» dedi, «nasıl olur da benden su istersin?» Çünkü Yahudilerin Samiriyelilerle ilişkileri yoktur.

    10 İsa kadına şu cevabı verdi: «Eğer sen Tanrı’nın armağanını ve sana, `Bana su ver, içeyim’ diyenin kim olduğunu bilseydin, sen O’ndan dilerdin, O da sana yaşam suyunu verirdi.»

    11 Kadın, «Efendim» dedi, «su çekecek bir şeyin yok, kuyu da derin. Böyle olunca yaşam suyunu nereden bulacaksın? 12 Sen, bu kuyuyu bize vermiş, kendisi, oğulları ve davarları ondan içmiş olan atamız Yakup’tan daha mı büyüksün?»

    13 İsa şöyle cevap verdi: «Bu sudan her içen yine susayacak. 14 Oysa benim vereceğim sudan içen sonsuza dek susamaz. Benim vereceğim su, içende sonsuz yaşam için fışkıran bir su kaynağı olacak.»

    15 Kadın, «Efendim» dedi, «bu suyu bana ver. Böylece ne susayayım, ne de su çekmek için buraya kadar geleyim.»

    16 İsa, «Git, kocanı çağır ve buraya gel» dedi.

    17 Kadın, «Kocam yok» cevabını verdi.

    İsa, «Kocam yok demekle doğruyu söyledin» dedi. 18 «Beş kocaya vardın. Şimdi birlikte yaşadığın adamsa kocan değildir. Doğruyu söyledin.»

    19 Kadın, «Efendim, anlıyorum, sen bir peygambersin» dedi. 20 «Atalarımız bu dağda tapındılar, ama sizler tapınılması gereken yerin Kudüs’te olduğunu söylüyorsunuz.»

    21İsa ona şöyle dedi: «Kadın, bana inan, öyle bir saat geliyor ki, Baba’ya ne bu dağda, ne de Kudüs’te tapınacaksınız! 22Siz bilmediğinize tapınıyorsunuz, biz bildiğimize tapınıyoruz. Çünkü kurtuluş Yahudilerdendir. 23Ama içtenlikle tapınanların Baba’ya ruhta ve gerçekte tapınacakları saat geliyor. İşte, o saat şimdidir. Baba da kendisine böyle tapınanları arıyor. 24Tanrı ruhtur, O’na tapınanlar da ruhta ve gerçekte tapınmalıdırlar.»

    25Kadın İsa’ya, «Mesih denilen meshedilmiş Olan’ın geleceğini biliyorum» dedi, «O gelince bize her şeyi bildirecektir.»

    26İsa, «Seninle konuşan ben, O’yum» dedi.

    27Bu sırada İsa’nın öğrencileri geldiler. O’nun bir kadınla konuşmasına şaştılar. Bununla birlikte hiçbiri, «Ne istiyorsun?» ya da, «O kadınla neden konuşuyorsun?» demedi.

    28-29Sonra kadın su testisini bırakarak kente gitti ve halka şöyle dedi: «Gelin, yapmış olduğum her şeyi bana söyleyen adamı görün. Acaba Mesih bu mudur?» 30Halk da kentten çıkıp İsa’ya doğru gelmeye başladı.

    31Bu arada öğrencileri O’na, «Rabbî, yemek ye!» diye rica ediyorlardı.

    32Ama İsa, «Benim, sizin bilmediğiniz bir yiyeceğim var» dedi.

    33Öğrenciler birbirlerine, «Acaba biri O’na yiyecek mi getirdi?» diye sordular.

    34İsa, «Benim yemeğim, beni gönderenin isteğini yerine getirmek ve O’nun işini tamamlamaktır» dedi. 35«Sizler, `Ekinleri biçmeye daha dört ay var’ demiyor musunuz? İşte, size söylüyorum, başınızı kaldırıp tarlalara bakın. Ekinler sararmış, biçilmeye hazır! 36Eken ve biçen birlikte sevinsinler diye, biçen kişi şimdiden ücretini alır ve sonsuz yaşam için ürün toplar. 37`Biri eker, başkası biçer’ sözü bu durumda doğrudur. 38Ben sizi, emek vermediğiniz bir ürünü biçmeye gönderdim. Başkaları emek verdiler, siz ise onların emeğinden yararlandınız.»

    39O kentten birçok Samiriyeli, «Yapmış olduğum her şeyi bana söyledi» diye tanıklık eden kadının sözü üzerine İsa’ya iman etti. 40Samiriyeliler O’na gelip yanlarında kalması için rica ettiler. O da orada iki gün kaldı. 41O’nun sözü üzerine daha birçokları iman etti.

    42Bunlar kadına: «Bizim iman etmemizin nedeni artık senin sözlerin değildir» diyorlardı. «Kendimiz işittik, O’nun gerçekten dünyanın Kurtarıcısı olduğunu biliyoruz.» 

 

    İncil Açıklaması ;

Samiriyeli Kadın Haftası (Yuhanna4:5-42)

    “Gerçek Korku” Altınağızlı Yuhanna

    Ve kadın su testisini bırakarak kente gitti ve halka şöyle dedi: ‘Gelin, yaptığım her şeyi bana söyleyen adamı görün. Acaba Mesih bunudur?’     (Yuhanna 4:28-29)

        Samiriyeli kadın Rab İsa Mesih’in sözlerinden öyle etkilendi ki testisini bırakıp, halkı semavi öğretmeni görmeye çağırdı. Su almaya gelmişti ve gerçek kaynağı buldu. Ve bu örnek ile, ruhsal duygular karşısında dünyevi olguları küçümsemeyi bize öğretti. Resullerin yaptıklarından daha fazlasını bu Samiriyeli kadın yapmıştır. Resuller çağrıldıktan sonra ağlarını bırakıp İsa’nın peşine gittiler oysa bu kadın çağrılmadan testisini bıraktı ve kelamı yaymanın yükünü üzerine alarak sevinçle doldu, şehrin birçok insanını İsa Mesih’e getirdi. Samiriyeli kadın, geliniz Mesih’i görünüz demedi. Fakat İsa Mesih’in onu avladığı gibi O’da insanları kümeler halinde Mesih’e getirdi. Geliniz ve bana yaptığım her şeyi söyleyen adamı görün. Bu Samiriyeli kadından daha az müdrik biri olsaydı, kendi yaşamı ile ilgili bu durumları gizler herkese ifşa etmezdi. Ama bu kadın hiç çekinmeden bütün yaptıklarını halkın önünde açıkladı ve herkesin gönlünü kazandı. İncil’de anlatılan bu kadını örnek alalım. Ve insanlardan çekinmeyelim. Adaletli Rabbimizden ve günahlarımızdan korkmalıyız.

        Ey kardeşler hayatımızı Allah korkusu ile geçirelim. Çünkü Efendimizin gelişi çok ani olacaktır. Bizler ise gaflet ve ihmal içindeyiz. Kurtarıcımız bize bunu şöyle açıklıyor: Nuh’un günlerinde olduğu gibi insanoğlunun gelişi de öyle olacaktır.(matta 24:37) Yine Aziz Pavlus bunu şu sözlerle anlattı: İnsanlar, her şey esenlikle ve güvenlik içinde dedikleri bir anda, gebe kadının birden sancılanması gibi ansızın yıkıma uğrayacak ve asla kaçamayacaklar.(1Selanik.5-3) Galiba sancı gebe kadını ansız düşünmedikleri bir anda bazen çarşıda bazen sofrada eğlenirken yakalar. Bütün bunlar adil yargıcın karşısına çıkabilmemiz için hayatımızın hazırlıklı olması gerekliliğindendir. Kutsal kitapta şöyle deniyor: “Çünkü ölüler arasında kimse seni anmaz”(Mezmur6:5)

        Yaşadığımız hayatta Rabbe tövbe ile koşalım ki gelecek günlerde bize şefkatle eğilsin. O zaman hakkettiğimiz bağışlamaya, Rabbimiz İsa Mesih’in nimeti ve insanlara olan sevgisi ile nail olalım. Yücelik ve izzet şimdi ve ebetlere kadar onundur. Amin.

https://www.ortodokslartoplulugu.com/pazarin-sesi/samiriyeli-kadin-haftasi/

<>




Meryem


‘‘İşte, bundan böyle bütün kuşaklar beni mutlu sayacak.’’ (Luka 1:48)

Kilise iki bin yıl boyunca Meryem Ana’nın anısını tüm Hristiyanların ilk örneği – Mesih’te nasıl olmamız gerektiğinin örneği – olarak korumuştur. Meryem gerçekten saf ve Tanrı’ya kayıtsız şartsız itaatkârdı. Kilise geleneğine göre Meryem hayatı boyunca bakire kalmıştır (bkz. Matta 12:46-50 notu). Yaşam boyu bakirelik tüm Mesih İmanlılarının izlemesi gereken bir örnek olmasa da, Meryem’in ruhsal saflığı, Tanrı’ya gönülden bağlılığı kesinlikle örnek alınmalıdır.

Meryem, İsa Mesih’i kabul eden ilk insan olması bakımından da bizim için örnektir. Meryem Mesih’i fiziksel olarak karnında taşıdığı gibi, şimdi de tüm Hristiyanlar Tanrı’yı ruhsal olarak içlerinde taşıma ayrıcalığına sahiptirler. Tanrı’nın lütfu ve merhameti sayesinde arınır ve O’na benzememiz için güçlendiriliriz.

Meryem’e verdiğimiz onur aynı zamanda İsa’nın kim olduğuna ilişkin görüşümüzü de ifade eder. İlk zamanlardan beri kilise onu Tanrı’nın Annesi (Grekçe Theotokos, sözcük anlamıyla “Tanrı Doğuran”) olarak adlandırmıştır ki bu da Oğlunun hem tamamen insan hem de tamamen Tanrı olduğunu gösteren bir unvandır. Annesi olarak Meryem, İsa’nın insan doğasının kaynağıydı; hem de rahminde taşıdığı Kişi aynı zamanda ebedi Tanrı’ydı.

Bu nedenle, karakteri ve özellikle Tanrı’nın kurtuluş planındaki rolü nedeniyle, Hristiyanlar Meryem’i azizlerin ilki olarak uygun bir şekilde onurlandırırlar. Başmelek Cebrail ona hitaben yaptığı konuşmada bu onuru dile getirmiştir: “Selam, ey Tanrı’nın lütfuna erişen kız! Rab seninledir” (Luka 1:28). Bu selamlama, Meryem’i onurlandırmak için Tanrı’nın Kendisinin seçtiğini açıkça gösterir. O sırada Vaftizci Yahya’ya altı aylık hamile olan akrabası Elizabet’i ziyarete gittiğinde, Meryem’in ayrıcalıklı konumu bir kez daha onaylanmış oldu. Elizabet Meryem’i şu sözlerle karşıladı: “Kadınlar arasında kutsanmış bulunuyorsun, rahminin ürünü de kutsanmıştır! Nasıl oldu da Rabbim’in annesi yanıma geldi?”. (Luka 1:42-43). Ve Meryem’in kendisi, Kutsal Ruh’un esinlemesiyle, tarih boyunca kendisine verilecek onuru önceden bildirmiştir:‘‘İşte, bundan böyle bütün kuşaklar beni mutlu sayacak.’’  (Luka 1:48)

Bu nedenle Ortodoks Kilisesi, Tanrı’nın açık niyetine itaat ederek Meryem’i ikonalarla, ilahilerle ve özel yortu günleriyle onurlandırır. Yeryüzünde Mesih’e en yakın olan insan olarak, bizim adımıza Oğlu’na aracılık etmesi için ona yalvarıyoruz. İlk inanan ve Kilise’nin Annesi olduğundan, ondan rehberlik ve koruma dileriz. Ona hürmet ederiz – ama ona tapınmayız, çünkü tapınma yalnızca Tanrı’ya aittir.

Sabah, Akşam ve tüm dua saatlerinde, Meryem’in yaratılıştaki eşsiz yerini ifade eden bu ilahiyi söyleriz:

Yerindedir seni övmek, her zaman övülmeye layık ve lekesiz olan Tanrımızın annesi. Sen ki Heruvimlerden daha saygın ve Serafimlerden kıyaslanmaz ölçüde yücesin, sen ki Tanrı sözünü eksiksiz doğurdun. Yüceltiriz seni gerçek Tanrıdoğuran.


<>






Yeni Antlaşma Kilisesi’nde Litürji


Neredeyse tüm Kutsal Kitap öğrencileri İsrail’de litürjik bir tapınma olduğunun farkındadır. On Emir’in verilmesinden hemen sonra (Mısırdan Çıkış 20:1-17), sunak inşa etme talimatları ortaya konmuştur (Mısırdan Çıkış 20:24-26). Daha sonra Şabat’a uyma (Mısırdan Çıkış 23:10-13), yıllık bayramlar (Mısırdan Çıkış 23:14-19) ve kutsal alandaki çeşitli sunular ve eşyalarla ilgili talimatlar gelir (Mısırdan Çıkış 25:1-40). Bunu izleyen 26-30. bölümler, Buluşma Çadırı’nın, sunağın ve dış avlunun tasarımı, kâhin giysileri ve bunların kutsanması ve günlük sunularla ilgili talimatlar gibi konuları ele alır.

Litürjik tapınma gökte de bulunur; Tanrı Musa’ya yeryüzündeki tapınma yerini “göksel şeylerin bir örneği ve gölgesi” (İbraniler 8:5; bkz. Mısırdan Çıkış 25:40) olarak yapmasını emrettiği için bu beklenen bir durumdur. Göksel tapınma, peygamberin litürji için göğe alındığını gördüğümüz Yeşaya 6:1-8 ve elçi Yuhanna’nın cennetteki litürjiye ilişkin görümünü kaydeden Vahiy 4 gibi bölümlerde açıklanmaktadır.

Yeni Antlaşma’daki litürjiyi anlamanın anahtarı, yeni antlaşmanın başlatıcısı olan Baş Kâhin Rabbimiz İsa Mesih’in işlerini anlamaktır. Mesih “sonsuza dek kâhindir” (İbraniler 7:17,21). O’nun kâhin olup da litürjik olarak hizmet etmemesi düşünülemez: “sonsuza dek” ifadesi O’nun göksel çadırda durmaksızın hizmet ettiğini gösterir. Dahası, O sadece bir kâhin değil, aynı zamanda bir litürjist olarak da adlandırılır: ”Rab’bin kurduğu kutsal yerde ve asıl tapınma çadırında görev yapan [Grekçe leitourgos, kelimenin tam anlamıyla ”litürjist”]’ (İbraniler 8:2).

Yeryüzündeki Hristiyan tapınması, tam anlamıyla Hristiyanca olabilmesi için, Mesih’in gökteki tapınmasını yansıtmalıdır.

Dahası, Mesih “daha iyi bir antlaşmanın aracısıdır” (İbraniler 8:6). Bu antlaşma nedir? Rab’bin sözleriyle, “Bu kâse kanımla gerçekleşen yeni antlaşmadır. (1.Korintliler 11:25). Tıpkı eski antlaşmadaki boğa ve tekelerin kanının Mesih’in gelecekteki kurbanının habercisi olması gibi, Efkaristiya şöleni de bize O’nun Çarmıh’ta tamamlanan ve Dirilişinde gerçekleşen yeni antlaşma sunusunun tamlığını getirir. Başkâhin olarak göksel sunakta sunduğu bu ilk ve son kez sunusu (İbraniler 7:27), Kilise’deki İlahi Litürji aracılığıyla bizim de katıldığımız bir sunudur. Bu Yeni Antlaşma Kilisesi’nin tapınmasıdır!

Kutsal Kitap’ın bu altyapısı göz önünde bulundurulduğunda, Yeni Antlaşma’nın bazı bölümleri yeni bir anlam kazanır.

1 Elçilerin İşleri 13:2: ”Bunlar Rab’be tapınıp [kelimenin tam anlamıyla. ”Rab’bin liturjisinde olup”] oruç tutarlarken Kutsal Ruh kendilerine şöyle dedi: “Barnaba’yla Saul’u, kendilerini çağırmış olduğum görev için bana ayırın.” (a) Bu iki elçinin tapınma sırasında Tanrı tarafından çağrıldığını ve (b) Kutsal Ruh’un bir litürji düzeninde konuştuğunu öğreniyoruz.

2 Elçilerin İşleri 20:7: ‘Haftanın ilk günü ekmek bölmek için bir araya toplandığımızda Pavlus imanlılara bir konuşma yaptı. Ertesi gün oradan ayrılacağı için konuşmasını gece yarısına dek sürdürdü. ” Komünyon her Pazar yapılırdı.

3 Romalılar 16:16: ”Birbirinizi kutsal öpüşle selamlayın. Bu kadim kültürde selamlama öpüşü yaygındı. Ancak “kutsal öpüş” Hristiyan litürjisinin bir unsuruydu ve Tanrı’nın insanlarının birbirleriyle barıştıklarını, böylece İsa’nın Bedenini ve Kanını barış içinde alabileceklerini ifade ediyordu.

4 Efesliler 5:14: “Uyan, ey uyuyan! Ölümden diril! Mesih sana ışık saçacak.” Bu, Efesliler yazıldığında zaten kullanılmakta olan eski bir vaftiz ilahisidir. Yeni Antlaşma dönemindeki iman ikrarı ve ilahilerin diğer örnekleri 1.Timoteos 3:16 ve 2.Timoteos 2:11-13’te görülür.

5 İbraniler 13:10: ”Bir sunağımız var ki,” Yeni Antlaşma tapınmasında sunağın devam ettiğini ortaya koyar.

6 Vahiy 1:10: ”Rab’bin gününde Ruh’un etkisinde kalarak” Birçok bilgin Yuhanna’nın Mesih’le ilgili görümünü Pazar litürjisi sırasında gördüğüne inanır, çünkü Rab ona ”yedi altın kandillik ve bunların ortasında” (Vahiy 1:13) görünmüştür. Tıpkı İbrani tapınağında olduğu gibi Hıristiyan tapınağında da kandiller bulunacaktır.



<>







14 Haziran Aziz Justin Popoviç

Chelije’li Aziz Justin Popoviç (1894-1979) Sırbistan’ın batısında yer alan Valjevo’daki Chelije Manastırı başrahibiydi. 1984 yılının baharında, ikisi de birbirinden dindar ebeveyni Spiridon ile Anastasia’nın oğlu olarak Sırbistan’ın güneyindeki Vranje kentinde Müjde Bayramı’nda (Evangelismos, yani Meleğin Doğum Müjdesi Yortusu) dünyaya geldi. Popoviç ailesi (Sırpça popoviç, pederin oğlu anlamına gelir) yedi kuşaktır ruhbanlık yaptığından, küçük Justin dünyayı ilk ruhban bir çevrede tanıdı. Vaftizinde ona Blagoje adı verildi (Blagovest, müjde veya iyi haber anlamına gelir). Dindar bir Hristiyan olarak yetiştirilen genç Blagoje, Tanrı’nın Kutsal Kilisesi’ne hizmet etmeye adanmış olarak Mesih’in önderliğindeki ruhsal yaşamı oldukça erken deneyimledi. Çocukken ailesiyle birlikte Aziz Prohor Pchinjski Manastırı’nı sıkça ziyaret etti. Yine o manastırı ziyaret ettikleri bir gün annesi Anastasia orada şefaat lütfuyla ölümcül bir hastalıktan iyileşti ve Justin, Rab’bin Aziz Prohor aracılığıyla tezahür eden mucizevi gücüne ilk elden tanık oldu.

Blagoje ilkokulda çok çalışkan ve başarılı bir öğrenciydi. En büyük tutkusu olan Kutsal Kitap’ı on dört yaşında ayrıntılı olarak okumaya ve üzerinde derinlemesine düşünmeye başladı. Hayatının geri kalanında her gün üç bölümü yeniden okuyacak biçimde Yeni Ahit’i defalarca pekiştirdi ve hayatına yedirdi. 1905’te ailesinin geleneğini takip ederek Belgrad’daki Aziz Sava Ruhbanlık Fakültesi’nde dokuz yıl süren dinî eğitim programına başladi. 20. yüzyılın başlarında Belgrad’daki Aziz Sava Okulu, Ortodoks dünyasında asetizmin kutsal merkezi ve aynı zamanda eğitim kalitesi yüksek bir kurum olarak epey tanınmaktaydı. Orada eğitim veren birçok ünlü profesörlerin arasında Aziz Nikolay Velimiroviç de vardı ve Blagoje’nin hayatındaki en etkili tek kişi olacaktı. Blagoje, öğretmeni Aziz Nikolay’dan Rab Mesih’teki rusal yaşamın erdemlerini, Kilise’nin büyük pederlerinin eğitsel dehasını ve ömemli felsefi ve teolojik sorunlarını araştırmak için gereken ruhsal ve entelektüel çabayı öğrendi. Sonunda, Rab’be yürekten bağlı bu iki ruhani deha birlikte gerçek bir Ortodoks yaşam bakışı sağladı ve bu da onları modern zamanlarda Sırp Ortodoks Kilisesi’nin en büyük iki ismi hâline getirdi.

1914’te, yirmi yaşındaki Blagoje, Belgrad’daki dokuz yıllık eğitimini tamamladı. O günlerde tek bir arzusu vardı: Ömrünün geri kalan günlerinde Rab’bin hakikatine daha yakın olmak ve bunun için de O’nun kutsal tapınağını ziyaret etmek (Mezmurlar 26:4). Doğruluğa duyduğu bu açlık onu derhâl harekete geçirirken, Blagoje hayatını radikal bir kararla manastır hayatına adamak istedi. Ancak 1914’te Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ve ebeveyninin hastalanması nedeniyle bu kararını gerçekleştirmeyi ertelemek durumunda kaldı. Birinci Dünya Savaşı’nın başlarında gönüllü sağlık görevlisi olarak hizmet etti. Ne yazık ki bu görevdeyken 1914 kışında tifüse yakalandı ve Nish’teki bir hastanede bir aydan fazla yattı. Derken ruhunda savaşın bıraktığı derin izlerle nihayet keşiş oldu. Çok geçmeden Rusya’nın Petrograd kentine gitti. Burada genç Keşiş Justin kendini Ortodoksluğa ve manastır hayatına daha fazla adadı. Rus maneviyatına ve dindarlığına, özellikle de kırsal kesimin sıradan halkının saf imanına hayran kaldı. Daha sonra, ruhani pederi Nikolay’ın teşvikiyle Oxford’daki İlahiyat Okulu’na girdi. Orada 1916’dan 1919’a kadar yedi dönem okudu, fakat “Dostoyevski’nin Felsefesi ve Dini” başlıklı doktora tezi kabul edilmediğinden diploma alamadı. Nihayetinde, Justin savaş bittikten sonra Belgrad’a döndü ve Srem Karlovac’taki ilahiyat okulunda öğretmen oldu. Ortodoks Kilisesi azizlerinin tüm yaşamlarını modern Sırpçaya çevirmeye başladı. 1919 Eylül’ünde Atina’daki Rum Ortodoks İlahiyat Okulu’na girdi ve doktorasını tamamlamak için orada iki yıl eğitim aldı. Rum Ortodoks kültür mirasından manevi olarak yararlanmak için Yunanistan’ın kırsal bölgelerini dolaştı. 1920’de diyakoz olarak atandı ve Kilise’nin litürjik yaşamının başka bir yönünü, ibadet hizmetinde liderliği deneyimledi. Ruhsal olarak olgunlaştıkça ünü tüm Yunanistan’a yayıldı.

Mayıs 1921’de Karlovac’a döndü ve öğretmenlik görevine Ruhban Okulu’nda devam etti. Bir yıl sonra, 1922’de Vaftizci Yahya’nın Başının Kesilmesi Bayramı’nda, Patrik Hazretleri Dimitrije tarafından rahip olarak atandı. Giderek artan ününe rağmen alçakgönüllülüğünü koruması insanları cezbetti. Sadece öğrenciler değil, aynı zamanda farklı mesleklerden birçok insan itiraf, tavsiye ve ruhsal şifa için onu ziyaret etmeye başladı.

1923 yılında Peder Justin bir Ortodoks dergisi olan Christian Life’ın editörü oldu ve Oxford’da haksızlık edilen ilk doktora tezi “Dostoyevski’nin Felsefesi ve Dini” bu dergide yayınlandı. Üç yıl sonra, 1926’da, ikinci doktora tezi, “Mısırlı Aziz Makarios’ta Kişi ve Bilgi Sorunu” Atina’da Yunanca yayınlandı. Peder Justin artık kendini modern bir Kilise Babası olarak geliştirme yolundaydı.

1931’de, Prizren’deki İlahiyat Akademisi’nde profesör olarak görev yaptı. Sırpların, ana dillerinde Ortodoks inancının tam ve eksiksiz bir anlatımına sahip olmasına yardımcı oldu. Bu çabaları sonucu Sava İlahiyat Fakültesi’nde Dogmatik Profesör olarak onurlandırıldı. Kitaplarında insanlığın düşkün durumu ve özellikle Batı Avrupa’nın dini ve laik yaşamının budalalıkları hakkında gerçeği söylemekten asla korkmadı. İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Belgrad’da Dogmatik Profesör unvanını taşıdı. Ne var ki yeni kurulan komünist ve ateist rejimin nezdinde artık aydınları İsa Mesih’e yaklaştıran Peder Justin gibi gayretli bir Hıristiyana yer yoktu. Peder Justin diğer birkaç öğretmenle birlikte Belgrad’daki üniversiteden atıldı ve onlara bir daha geri dönmemeleri söylendi. Böylece, büyük rahip Dr. Justin Popoviç’in Belgrad’daki üniversite öğretim kariyeri sona ermiş oldu.

Belgrad’dan sürgün edildikten sonra iki yıl boyunca, münzevi Justin, Sırbistan’daki çeşitli manastırlarda yaşadı ve 14 Mayıs 1948’de Lelich Köyü yakınlarındaki Chelije Manastırı’na girdi.

Aziz Justin, 25 Mart 1979’da, doğum günü olan Müjde Bayramı’nda Rab’bin huzurunda dünyaya gözlerini yumdu. Dünyanın birçok yerinden gelen yüzlerce dindar insanın katıldığı büyük bir cenaze töreninden sonra, Chelije Manastırı’nın ana kilisesinin arkasına defnedildi. Şefaatleri üzerimizde olsun…


<>






Matta’nın 2. Pazarι

Romalılar 2. Bölüm

9-10Başta Yahudi’ye, sonra Yahudi olmayana olmak üzere, kötülük yapan her insana sıkıntı ve elem verecek; yine başta Yahudi’ye, sonra Yahudi olmayana olmak üzere, iyilik yapan herkese yücelik, saygınlık ve esenlik verecektir. 11Çünkü Tanrı insanlar arasında ayrım yapmaz.
12Kutsal Yasa’yı bilmeden günah işleyenler Kutsal Yasa olmadan da mahvolacaklar. Kutsal Yasa’yı bilerek günah işleyenler de bu Yasa’yla yargılanacaklar. 13Çünkü Tanrı katında aklanacak olanlar Yasa’yı işitenler değil, Yasa’yı yerine getirenlerdir. 14Kutsal Yasa’dan yoksun olan uluslar kendiliklerinden bu Yasa’nın gereklerini yaptıkça, Yasa’dan habersiz olsalar bile kendi yasalarını koymuş olurlar. 15Böylelikle Kutsal Yasa’nın gerektirdiklerinin yüreklerinde yazılı olduğunu gösterirler. Vicdanları buna tanıklık eder. Düşünceleri de onları ya suçlar, ya da savunur. 16Yaydığım müjdeye göre Tanrı’nın, insanları gizli suçlarından ötürü İsa Mesih aracılığıyla yargılayacağı gün böyle olacaktır.

Matta 4. Bölüm

18İsa, Celile gölünün kıyısında gezerken Petrus denen Simun ile kardeşi Andreya’yı gördü. Balıkçı olan bu iki kardeş göle ağ atmaktaydı. 19İsa onlara, «Ardımdan gelin, sizleri insan tutan balıkçılar yapacağım» dedi. 20Onlar da hemen ağlarını bırakıp O’nun ardından gittiler. 21Oradan daha ileri giden İsa, başka iki kardeşi, Zebedi’nin oğulları Yakup’la Yuhanna’yı gördü. Babaları Zebedi’yle birlikte kayıkta ağlarını onarıyorlardı. İsa onları çağırdı. 22Onlar da hemen kayığı ve babalarını bırakıp İsa’nın ardından gittiler. 23İsa, Celile bölgesinin her tarafını dolaştı. Buralardaki havralarda ders veriyor, Göksel Egemenliğin müjdesini duyuruyor, halk arasında rastlanan her hastalığı, her illeti iyileştiriyordu.



<>









Komşunuzu yargılama

 

Komşunuzu yargılamanın ne kadar büyük bir günah olduğunu biliyor musunuz? Gerçekten de bundan daha ağır ne olabilir? Allah, (başkasını) yargılamaktan başka neyden bu kadar nefret eder ve yüz çevirir? Pederlerin da dediği gibi, bundan daha kötü bir şey yoktur.

 

Yine de, insan bu denli büyük bir kötülüğe, küçük günahlarla ulaşır. Yani, komşusu hakkında küçük bir şüpheyi kabul etmekten, “Ne demiş dinlesem ne olur ki? Ben de şu bir lafı söylesem ne olur ki? Falancanın nereye gittiğini veya bir kimsenin falan yerde ne yapacağını görsem nolacak ki?” demekten başlar.

 

Gerçekten de akıl, kendi günahlarını bırakıp komşusunun hayatıyla meşgul olmaya buradan başlar. İnsan yargılamaya buradan ulaşır. Kınadığı şeylere de buradan düşer. 


Gazzeli Peder Aziz Dorotheos 


<>




25. Mezmur

Ya RAB, bütün varlığımla sana yaklaşıyorum, Ey Tanrım, sana güveniyorum, utandırma beni,Düşmanlarım zafer kahkahası atmasın!Sana umut bağlayan hiç kimse utanca düşmesin;Nedensiz hainlik edenler utansın.Ya RAB, yollarını bana öğret,Yönlerini bildir.Bana gerçek yolunda öncülük et, eğit beni;Çünkü beni kurtaran Tanrı sensin.Bütün gün umudum sende.Ya RAB, sevecenliğini ve sevgini anımsa;Çünkü onlar öncesizlikten beri aynıdır.Gençlik günahlarımı, isyanlarımı anımsama,Sevgine göre anımsa beni,Çünkü sen iyisin, ya RAB.RAB iyi ve doğrudur,Onun için günahkârlara yol gösterir.Alçakgönüllülere adalet yolunda öncülük eder,Kendi yolunu öğretir onlara.RAB'bin bütün yolları sevgi ve gerçeğe dayanır Antlaşmasındaki buyruklara uyanlar için.Ya RAB, adın uğruna Suçumu bağışla, çünkü suçum büyük.Kim RAB'den korkarsa,RAB ona seçeceği yolu gösterir.Gönenç içinde yaşayacak o insan,Soyu ülkeyi sahiplenecek.RAB kendisinden korkanlarla paylaşır sırrını,Onlara açıklar antlaşmasını.Gözlerim hep RAB'dedir,Çünkü ayaklarımı ağdan O çıkarır.Halime bak, lütfet bana;Çünkü garip ve mazlumum.Yüreğimdeki sıkıntılar artıyor,Kurtar beni dertlerimden! Üzüntüme, acılarıma bak, Bütün günahlarımı bağışla!Düşmanlarıma bak, ne kadar çoğaldılar,Nasıl da benden nefret ediyorlar!Canımı koru, kurtar beni!Hayal kırıklığına uğratma, çünkü sana sığınıyorum!Dürüstlük, doğruluk korusun beni,Çünkü umudum sendedir.Ey Tanrı, kurtar İsrail'iBütün sıkıntılarından!


<>






Vicdanın gücü

Elçi Pavlus, bugünkü Elçisel okumada vicdanın rolü ve değeri hakkında konuşuyor. Tanrı’nın iradesini tanıma fırsatı bulamamış insanlar için (çünkü yaşam koşulları buna izin vermemiştir) vicdanın sesi işler ve onları doğuştan gelen bir şekilde iyilik yapmaya yönlendirir. Hepimizin içinde doğuştan var olan bu vicdan sesini nasıl kullandıkları ve ona nasıl karşılık verdikleri, Tanrı’nın onları “Yargı Günü”nde nasıl yargılacağını belirleyecektir.

Ahlâk yasasının bilgisi

Kilise’mizin vicdan yasası hakkındaki öğretişi oldukça dikkat çekicidir. Aziz Nektarios şöyle ifade eder: “Vicdan, ruhun sahip olduğu ahlâk yasasının bilincidir. Bu bilinç sayesinde kişi eylemleri iyi ve kötü olarak ayırt edebilir ve onların niteliğini tarafsız bir şekilde yargılayabilir; iyiyi onaylayıp kötüyü mahkûm eder. Ruh, vicdanı doğuştan taşır. Yani, neyin adil neyin adaletsiz, neyin iyi neyin kötü, neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt edebilme yetisine sahiptir. Bu doğuştan gelen güç, Tanrı tarafından ruhun İlahi iradeyi tanıması ve onunla bütünleşmesi için verilmiştir. Bu İlahi armağanın amacı, vicdanı bozulmaz ve ebedî bir ahlâk yasası olarak ortaya koyar. Bu yasa, Tanrı’ya karşı tam bir güven ve itaat talep eder…”

Aziz Nektarios, iyi vicdan ile kötü vicdanı açıkça ayırt eder: “Ruh, hiçbir haksızlık yapmadığının ve ahlâk yasasını çiğnemediğinin bilincindeyse sevinir, huzur bulur ve bayram eder. Bu durum, ruhun iyiliğe olan doğuştan arzusunun bir kanıtıdır. Bu yüzden adalet ve hakikatte sevinç duyar, ancak haksızlık ve yalan karşısında kederlenir. Temiz vicdan, erdem, iyilik, adalet, hakikat ve birçok insanın kurtuluşu için çaba harcayan ruha (insana) verir…”

Kendi iradesinden vazgeçmek

Peki, içinde iyi bir vicdan nasıl elde edilir? Cevabı Münzevi Aziz Markos verir: “Temiz vicdan, dua ile kazanılır. Saf dua ise vicdanla olur. Ve dua ile vicdan, doğal olarak birbirine ihtiyaç duyar” (Evergetinos, cilt III).

Temiz vicdanın aksine, ahlâk yasasını reddedenin kötü vicdanı korkunç bir zorbalığa dönüşür. Günah işleyen bir ruh için vicdanın isyanı ve yargısı kadar korkunç bir şey yoktur. Vicdanın mahkemesi tarafsız ve çok serttir. Vicdanı tarafından sorgulanan insan en mutsuz olandır.

Kutsal Dağlı (Aynorozlu) Aziz Païsios şöyle vurgular: Kötü vicdan, “İlahi ahlâk yasasını reddeden ve kendi iradesinin, kendi benliğinin egemenliğini isteyen kişiye aittir. Karanlıklaşmış bir zihin ve günahın egemenliğiyle bozulmuş vicdan, artık ahlâk yasasının ihlaline karşı yükselmez ya da itiraz etmez, çünkü hem yasayı hem de Yasa koyucuyu reddetmiştir. Günah, ruhunun gözlerini karartmış, böylece ahlâk yasasının ışığını, gerçeğin ışığını göremez. Ruhunun kulaklarını sağır etmiş, böylece Tanrı’nın Sözünü duymaz. Zihnini karartmış, algılayamaz hale getirmiş ve kalbini taşlaştırarak vicdan azabı hissetmemesini sağlamıştır. Böyle bir kişinin vicdanı katılaşmıştır. Kötü vicdan sahibi kişi kötülük içinde yaşar, kötü düşünür, kötülük arzulayıp yasadışılık işler…” (Aziz Paisios’un Sözleri 1.cilt).

“Vicdanı huzurlu olmak kadar tatlı bir şey yoktur. İçinde kanatlar hissedersin; uçarsın!” diye devam eder Aziz Paisios. Haydi, Tanrı’nın iradesine uyarak, dua ve tövbe içinde yaşayarak bu iyi vicdanı içimizde geliştirmek için çaba gösterelim ki, onun meyveleri kurtuluşumuzun teminatı olsun.

Arhimandrit E. Oik. Foni Kiriou (Rabbin Sesi) 25 no’lu metinden alıntılanarak tercüme edilmiştir 22 Haziran 2025 Pazar


<>








8 Temmuz Büyük Şehit Aziz Prokopios
 
“Kudüs’te Hıristiyan bir babadan ve pagan bir anadan, Neanias ismiyle doğdu. Babasının ölümünden sonra annesi onu tamamen Roma putperestliği ruhu ile yetiştirdi. Büyüdüğünde, İmparator Diokletian onu gördü ve ondan öyle hoşnut oldu ki saraya aldırıp orduda görev verdi. Bu fena İmparator Hıristiyanlar için bir zulüm başlattığında, Neanias’ı bir grup asker ile birlikte İskenderiye’ye gitmesi ve oradaki Hıristiyanları yok etmesi için görevlendirdi. Fakat yolda, Saul’e olan şeyin bir benzeri de Neanias’ın başına geldi. Sabah saat üçte şiddetli bir deprem meydana geldi, Rab İsa ona göründü ve şöyle söyledi: ‘Nereye gidiyorsun Neanias? Kime isyan ediyorsun?’. Neanias büyük bir korku ile cevapladı: ‘Siz kimsiniz, Efendim? Sizi tanıyamıyorum.’. O anda kristal gibi parlak bir Haç gökyüzünde belirdi ve Haç’tan ses geldi: ‘Ben İsa’yım. Allah’ın Çarmıh’a gerilmiş Oğlu.’. Rab devam etti: ‘Bu gördüğün işaretle birlikte, düşmanlarına galip gel. Benim barışım seninle olsun.’. Bu olay Neanias’ın hayatını tamamıyla değiştirdi. Gördüğü Haç gibi bir Haç’ı taşımaya niyetlendi ve Hıristiyanlara saldırmak yerine askerleriyle birlikte Kudüs’e saldıran Agarianlara karşı mücadele yürüttü. Kudüs’e zaferle girdi ve annesine bir Hıristiyan olduğunu söyledi. Mahkemeye getirildi, sadece Kralı Mesih’in askeri olduğunu göstererek ordu kemerini ve kılıcını çıkartıp yargıcın önüne koydu. Sert işkenceden sonra hapse atıldı. Orada Mesih Efendimiz ona tekrar göründü ve onu vaftiz edip Prokopios adını verdi. Bir gün on iki kadın onun hücresinin penceresine gelip, ‘Biz de Mesih’in hizmetkârlarıyız’ dediler. Bunun için tutuklandıklarından dolayı aynı hapishaneye atılmışlardı. Aziz Prokopios onları Hıristiyan inancı hakkında bilgilendirdi ve dikkatle şehitlik tacını almaları için hazırladı. Sonra bu on iki kadın da çok kötü işkenceye uğradı. Onların acılarını ve cesaretlerini görerek Prokopios’un annesi Mesih’te imana geldi. Sonrasında bu on üçü ölüme gönderildi. Aziz Prokopios idama götürüldüğünde, ellerini Doğu’ya kaldırarak fakirler ve muhtaçlar, dullar ve sefiller, özellikle de kutsal Kilise’nin büyümesi, yayılması ve Ortodoksluğun zamanın sonuna kadar parlaması için dua etti. Göklerden duasının duyulduğuna dair teminat alınca da sevinçle kılıcın altına gitti ve Efendisi’ne, sonsuz sevince kavuştu. Aziz Prokopios Filistin Kayseri’sinde onurla acı çekti ve 8 Temmuz 303 yılında, şeref çelengi ile taçlandırıldı.” (Prologue)



<>



Aziz Paisios - PDF






<>




Şeytan, kendileri tarafından yönlendirilenleri sever, çünkü onlar kendi yıkımlarına hazırlanarak onun ortakları olurlar. Aziz Abba Dorotheos

<>





Novgorod başpiskoposu Aziz John, bir iblisle Kudüs'e gitti (Synaxaristis, 7 Eylül).


 Ὄptina'lı Starets Antoniou'nun Hayatı'nda şöyle bahsediliyor: "Bir zamanlar iki toprak sahibi Yaşlıyı ziyaret etti.  İçlerinden biri "liberal"di, şüpheciydi.  Onlar konuşurken, Novgorod başpiskoposu St. John'un bir iblisle Kudüs'e gittiğine dair anlatılanların doğru olup olmadığı konusundaki şüphesini dile getirdi (Synaxarist, 7 Eylül).

 - İnsan böyle şeylere inanamaz, diye bitirdi.

 Elbette, diye cevapladı Yaşlı, öğretici bir şekilde.

 Geçmişte kutsal iblislerin binmesi bir gelenekti, şimdi ise iblisler bazı Rus aristokratlarına biniyor.

 Ve bunu söyleyen Yaşlı, acı bir şekilde gülümsedi. Bu sözler dinleyicisini derinden etkiledi.

 Aniden konuşmayı bıraktı, yere yığıldı ve ardından gözyaşlarına boğuldu.  Arkadaşı onları yalnız bırakmak için hemen odadan çıktı.  Yaşlı ile bu adam arasında ne konuşulduğu bilinmiyor.  Ancak daha önce bu kadar özgürce konuşan ziyaretçinin gözlerindeki yaşlar, Yaşlı'nın sözlerinin onun kalbini nasıl etkilediğini gösteriyordu.  Ve daha sonra eski havasına ne kadar kavuşmaya çalışsa da, bir saatten fazla bir süre boyunca gözleri yaşlıydı. 

<>






Dua ve itiraf



Aynoroz'a birkaç düzine kez giden genç bir koruyucu, kendisinin zaten "Cennette kurtulduğuna" inanarak, Aynorozlu Peder Nikon'a gidip sordu:


-Yaşlı, ben Aynoroz'a gittim, ayinlere katıldım, birçok manastırı ziyaret ettim.

Peki bu kurtuluş nasıl bir şeydir?



Baba, kibrin ruhunu anlayarak cevap verdi:



- Peki tam olarak neden endişeleniyorsun?



- Ruhumda huzur bulamıyorum!

Bunu nasıl bulabilirim?



- Sevgili delikanlı.

Nereye gidersen git, yine kendinden ve günahlarından sorumlu olacaksın. Ama size söylediklerime dikkat edin:

Şeytan sana bütün iyilikleri yaptırır, hatta sana daha fazlasını da yaptırır, ama iki şeyi asla yaptırmaz.



Sadaka vermek istersen sana faydası olur.



Oruç tutmak ister misin? Sadece sizi yalnız bırakmakla kalmayacak, aynı zamanda size yardımcı da olacak.



Şeytan, bütün bu iyilikleri yapmanıza izin vermekle kalmıyor, aynı zamanda size yardım ediyor ki, sizi gurur ve kibre sürükleyebilsin.



İşte bu yüzden iki şeyi asla yapmanıza izin vermeyecektir:



- kalbin duasını söylemek:



"Efendimiz İsa Mesih, günahkâr olan bana merhamet eyle."



ve itiraf.



Çünkü tevazu her ikisinden de doğar.

Ve zillet, necisleri tüketen bir iştir.



Bu nedenle, ruhsal babamıza alçakgönüllülük ve itaat göstermeden kurtulamayız.

Ortodoks Kilisesi'nde.



Barış ve gerçek, deneyimsel mutluluklar bizimle olsun!

<>





SAINT PAISIO'DAN BİR ÇİFT KAHVE



ANCAK, kahve bile ruhsal savaşta bir silah olarak kullanılabilir. Çift...



"Bir fincan kahve -gerekirse iki- çok işe yarar, çünkü verdiği uyarımla tüm fiziksel sarhoşlukları, uyuşukluğu, felci ve açlığı anında giderir...

"İşte bu yüzden birileri bir çift kahveyle üst kata çıkıp dilek dileyerek şeytanla savaşabilecek."



(Manastır Adanması - Aziz Paisios, s.203, Sourotis Kutsal Manastırı tarafından yayınlanmıştır)




<>






Total Pageviews

Welcome...! - https://gkiouzelisabeltasos.blogspot.com